Jonathan ve arkadaşları
Istanbul'un bir yakasından ötekine gidip gelen yanlızca vapurlar değildir, onları çırtlak sesleri ile martılar takip eder. Her ne kadar simit ile besleniyormuş gibi gözükseler bile aslında buldukları herşeyi yerler. Istanbul'un kenarlarında ki çöp dağlarında bağrışları yankılanır gece gündüz. Cırtlak bağırtıları rahatsız eder, kimisi laser pointer ile kovalar terasından, kimisi elinde sopa ile korkutur havuzundan.


Gece dedim, martıları Istanbul'u köşe bucak saran gökdelenlerin etrafında izleyebiliriz geceleri. Binadan yükselen sıcak hava akımları ile dönerek yükselerek etrafında, ben de hep bir Gotham City çağrışımı yaparlar nedense.
Martıların yanında karabataklar da uçar boğazda, yanlız uçmak mı, dalış yapıp sudan balık kapışlarına denk gelebilirsiniz her an. Sıcak denizlere inmeyi yalnız Ruslar değil, boğazdan sürüler halinde akan balıklar da ister, kimisi karabataklara yem olurken, kimisi de boğaz boyunca mevzilenmiş balıkçılara yakalanır. Eskiden kıyı boyunca dizili balık-ekmekçiler ise taze tutulmuş balık değil genelde donmuş balık satardı, artık onları da kaldırdılar zaten.

Balıklarımız binbir tehlike altında boğazı geçerler, ama en azından artık foklardan korkmalarına gerek yoktur. Evet, fok dedim. 1960'lı yıllara kadar fok balıkları Istanbulda yaşıyorlardı. Tuzla ve Adalar kıyılarında üreyen fokların bir kısmı boğazdaki koylarda yaşardı. Hatta yalı iskelerinin altında foklara yem bırakmak için yerler olurdu. Yavru iken yakalan foklara Galata köprüsünde gösteri yaptırılırdı, örneğin 1960a kadar Eminönü ayağında gösteri yaparmış Yaşar. Gerek kirlilik, gerek şehirleşme ile Istanbul fokları tarihe karıştı artık. Yanlız fok mu, en son yunus Istanbul'da ne zaman görüldü acaba, 16yy'da boğaz'da yunusların 200-300'lük sürüler halinde görüldüğü anlatılıyor. Istanbullu balıkçılar balıkları ağlarına sürdükleri için yunusları avlamaz, uğurlu sayarlardı. 1950lerde ise Karadeniz'de zıpkın ile avlanmaya başlanınca gerek Karadeniz'de gerek boğazda yunus neredeyse kalmadı.
Kalan yunuslar zaman zaman ada vapurlarına eşlik ederler zıplaya zıplaya. Fok ve yunustan sonra diğer bir deniz memelisi olan balinayı Moby Dick'te buluruz. Hayır, Kaptan Ahab'ın peşinde koştuğu beyaz balina Moby Dick'ten bahsetmiyorum, kitapta 10. yy'da Istanbul'da gemilere saldıran bir balinadan da bahsedilir. Herman Melville 1856'da gelir ve 6 gün kalır Istanbul'da, ama gemisine saldıran bir balina olmaz. Gene de Melville çok da yanılmaz Istanbul'da bir balinadan bahsederken, Sunay Akın'ın Kule Canbazı kitabında Ahmet Mithat Efendi'nin Bizans döneminde kıyıya vuran bir balinadan bahsettiğini öğreniyoruz. Aydın'dan yüzlerce yıl önce Istanbul'u ziyaret eden bu bahtsız akrabası kutsal sayılıp iskeleti Sarayburnu'nda kale duvarına asılır. Osmanlılar kule onarımı sırasında indirirler ama aynı yıl denizden balık çıkmayınca uğursuzluk geldiğine inanan balıkçıların isteklerini kırmamak için bulunabilen kemikler kale duvarına tekrar asılır.
Kendi kıyılarımızda, hatta adı foktan gelen Foça'da, hızla soylarının tükenmesine seyirci kaldığımız foklar Kanada'nın avlama sınırlamasını kaldırması ile dünyada da tükenmektedirler. Hem de derilerine zarar gelmesin diye sopa ile kafalarına vurula vurula öldürülmektedir. Böylece 1896da Martı oyununu yazan Anton Chekov'a da gönderme yaptım, ne de olsa ilk paragrafta gösterdiğim silahı, son paragrafta kullandım!
Gece dedim, martıları Istanbul'u köşe bucak saran gökdelenlerin etrafında izleyebiliriz geceleri. Binadan yükselen sıcak hava akımları ile dönerek yükselerek etrafında, ben de hep bir Gotham City çağrışımı yaparlar nedense.
Kalan yunuslar zaman zaman ada vapurlarına eşlik ederler zıplaya zıplaya. Fok ve yunustan sonra diğer bir deniz memelisi olan balinayı Moby Dick'te buluruz. Hayır, Kaptan Ahab'ın peşinde koştuğu beyaz balina Moby Dick'ten bahsetmiyorum, kitapta 10. yy'da Istanbul'da gemilere saldıran bir balinadan da bahsedilir. Herman Melville 1856'da gelir ve 6 gün kalır Istanbul'da, ama gemisine saldıran bir balina olmaz. Gene de Melville çok da yanılmaz Istanbul'da bir balinadan bahsederken, Sunay Akın'ın Kule Canbazı kitabında Ahmet Mithat Efendi'nin Bizans döneminde kıyıya vuran bir balinadan bahsettiğini öğreniyoruz. Aydın'dan yüzlerce yıl önce Istanbul'u ziyaret eden bu bahtsız akrabası kutsal sayılıp iskeleti Sarayburnu'nda kale duvarına asılır. Osmanlılar kule onarımı sırasında indirirler ama aynı yıl denizden balık çıkmayınca uğursuzluk geldiğine inanan balıkçıların isteklerini kırmamak için bulunabilen kemikler kale duvarına tekrar asılır.
Kendi kıyılarımızda, hatta adı foktan gelen Foça'da, hızla soylarının tükenmesine seyirci kaldığımız foklar Kanada'nın avlama sınırlamasını kaldırması ile dünyada da tükenmektedirler. Hem de derilerine zarar gelmesin diye sopa ile kafalarına vurula vurula öldürülmektedir. Böylece 1896da Martı oyununu yazan Anton Chekov'a da gönderme yaptım, ne de olsa ilk paragrafta gösterdiğim silahı, son paragrafta kullandım!